6 - İçimden şu zalim şüpheyi kaldır…



İtiraf etmeliyim ki, Astroloji konusunda, başkalarının ne düşündüğünden çok, kendi düşüncelerim, değer yargılarım beni zorlamıştır. Geçirdiğim ağır hastalığa neyin neden olduğunu araştırırken, en önemli nedenlerden birinin “esnek olamamak ve doğanın akışına direnmek” olduğunu sezmiştim. Fakat bunu nasıl detaylandıracağımı, akışı nasıl anlayacağımı bir türlü yerli yerine oturtamıyordum. Astroloji’nin yardımcı olabileceğini de seziyordum fakat bilime, rasyonel düşünceye neredeyse tapan bir mühendis olarak içim rahat değildi.


Astroloji’ye bu ikilemler içinde başladım. Tam da mühendislik eğitimime yakışan bir şekilde, astroloji’nin neden-sonuç ilişkisi içinde çalışan, bir bilim olduğunu düşünerek ve anlatarak işe başladım. Geçen haftaki yazımda, Dr. Michel Gauquelin’in matematiksel modeller, istatistik ile Astroloji’yi bağdaştırma çabalarının beni fazlaca etkilemediğini size anlatmıştım hatırlarsanız.  Fakat ilk başlarda bu böyle değildi. Tam tersine, böyle çalışmalar olduğunu öğrendiğimde çok heyecanlanmıştım. “Aslında tam da buydu aradığım!... Matematiksel modeller ve Astroloji. Neden sonuç ilişkisinin görünür bir şekilde kanıtlanması…” Fakat çalışmaların detayını okudukça hevesim kaçtı ve canım sıkıldı. Kısıtlı parametrelerle ve büyük denek sayılarıyla yapılan istatistiklerdi bunlar ve konunun etrafında bitmek bilmeyen tartışmalar vardı.

Sürekli kendini savunma pozisyonundaki Astroloji camiası, bu tartışmalı çalışmalara, denize düşen yılana sarılır misali sarılmış, arenadaki aslana haç göstererek korunmaya çalışan zavallı Hıristiyanlar gibi, sürekli etrafa bu kitapları göstererek konuşuyordu. İşin ilginç yanı çok az sayıda çalışma vardı ve güvenilir olsalar bile çok yetersizdiler. Fakat canımı sıkan farklı bir şeydi: Çok kuru ve ruhsuz işlerdi bunlar…


 Yıllar sonra elime Astroloji’nin felsefi arka planını tartışan bir kitap geçti: Kendisi ile tanışma onuruna eriştiğim Bernadette Brady’nin “Astrology, a place in chaos” kitabıydı bu. Kapaktaki fraktal resmi ilgimi çektiğinden, Amsterdam’da almıştım. Kitabı birkaç kez okumaya çalıştım, fakat sanki bir şey beni okumaktan, anlamaktan ala koyuyordu. Bir türlü ilerleyemedim. Sonra da bir kenara bıraktım.

Aradan yıllar geçti ve bu yakınlarda, bu kez okumaya azmederek kitabı tekrar elime aldım. Saatlerce direndikten sonra, nihayet kitap bana kapılarını açtı ve içeri aldı. Okudukça şaşırdığımı belirtmeliyim. Brady, yıllardır bölük pörçük düşündüğüm, keşfettiğim şeyleri sistematik bir şekilde anlatmış, yerli yerine oturtmuştu. Kitapta anlatılanların çoğunu biliyor olmama karşın, konuyu hiç böyle düşünmediğimi, burnumun ucunda duranı görmediğimi fark ediyordum.


Dolayısıyla bu gün size, kendi cümlelerimi de katarak bu kitabı anlatacağım. Fakat öyle görünüyor ki, bu birkaç yazı alacak ve kolayca anlaşılabilen şeylerden bahsetmeyeceğiz. Gösterdiğim çabanın bir benzerini de sizden bekliyorum açıkçası. Sabırla ve dikkatle okumanızı rica ediyorum.


Creatio ex nihilo


Kitabın başlangıcında Brady, ailesindeki tekrarlayan tuhaf olaylardan ve batıl inançlardan bahsediyor. Amcası eyalet lotosunu üç kez kazanmış örneğin.  Ailesindeki kardeş çocukları arasında, en büyük oğul’un ağır bir şekilde hastalanıp, hiçbir tedavi çare olmadığında, sadece dua ederek kurtulduğunu ve bunun birçok kez tekrar ettiğini de ekliyor. Evde hüküm süren batıl inançlar da her evde olan cinsten; masaya çatal bıçağı çapraz koymamak, yeni ay’da bir dilek tutmak, biri öleceği zaman aile köpeklerinin uzun uzun uluması ve benzeri konular. Yani bizim de aşina olduğumuz cinsten şeyler. Fakat buradaki “tekrarlama” temasını akılda tutmak gerekiyor.



Brady, gençliğinde Darwin’in doğal seleksiyon teorilerini çok heyecan verici bulduğunu, fakat okulda bilim dersinden çıkıp din dersine girdiğinde anlatılan yaradılış modellerinin nasıl birbirinden farklı olduğunu gördüğünde şaşırdığını anlatıyor. İncil’de anlatılan yaradılış hikayesi, tanrının dünyayı altı günde yaratıp, yedinci günde dinlendiği üzerine. Tek bir zihin ve net bir plan söz konusu. Aynı zamanda, yaradılış süreci doğrusal, mantıksal ve nedensel bir esasta olduğundan, yaratılan bu yeni düzen de aynı esaslar üzerinde kurulu ve bu prensiplerle işliyor. Dolayısıyla bu dünyada olan biten her şey bir mantık çerçevesinde, bir nedene bağlı olarak ve tek yönde ilerleyen doğrusal (lineer) bir gelişme (zaman) içinde gerçekleşiyor. Diyeceksiniz ki, ölüm bu lineer gelişmeyi engellemiyor mu? Hayır engellemiyor, çünkü öldükten sonra da cennete gidiyorsunuz. Yani var olmaya devam ediyorsunuz.

Bu arada bu düzen içindeki hiyerarşide yeriniz en üstte. Tanrı sizi kendi suretinde yarattı ve sizle birlikte ölen kedinizle yolunuz, cennetin kapısında ayrılıyor. Çünkü sadece siz cennete girebilirsiniz.

Bilimin yaradılış ile ilgili teorisi ise 13 ila 20 milyon yıl önce olan büyük patlamaya (big bang) dayanıyor. Burada da, nedensellik ilkesi ve doğrusal (lineer) zaman içinde ilerleme geçerli. Her sonucun bir nedeni var ve hiçbir şey zaman içinde tersine ilerlemiyor. Bu öğretide cennet yok fakat Darwin ve Richard Dawkins var. Darwin, doğal seleksiyon ile en güçlünün besin pramitinin tepesine çıktığını söylerken Dawkins, bedeniniz toprakta gübre olsa bile, genlerinizin sonsuza dek yaşamaya devam edeceğini ve aslında bir tanrıya ihtiyacınızın olmadığını söylüyor.

En önemlisi, her iki teori de, başlangıçta “hiçbir şey” olmadığı konusunda hemfikir. İster 13 ila 20 milyon yıl önceki büyük patlama ile başlasın, isterse de İncil de yazdığı gibi Milattan önce 22 Ekim 4004 Pazar günü, her iki evren modeli de doğrusal, zaman çizgisi üzerinde tek bir yöne doğru ilerleyen ve enerjisini (hala!) başlangıçtaki başlatıcı güçten alan bir evreni tarif ediyor.


Tabi bu durumda, anneannesinin bazı olacak şeyleri olmadan önce seziyor olmasının da “olmaması gereken”, yani “yok hükmünde” sayılması gereken durumlar olduğunu söylüyor Brady.


Kitapta, sürekli olarak vurgulanan bir duvarlı bahçe (walled garden) metaforu var. Her öğretinin, inananlarının içinde rahatça dolaşabileceği, sınırları belirlenmiş ve dış müdahalelerden korunan bir bahçesi var. Yani, hem incile dayanan yaradılış mitinin, hem de bilimin, içinde kendi düzeninin hüküm sürdüğü bir bahçesi olduğunu söyleyen Brady, daha çok bilimin bahçesini tercih ediyor ve fakat, bu bahçede dolanırken, genç yaşta astroloji’ye merak sardığını ve bahçenin dışında ne olduğunu merak etmeye başladığını da anlatıyor. Sonuçta Brady, benim de hissettiğim ve yaptığım gibi, bahçe kapısından çıkmaya niyetlenir. Fakat kapının üstünde, kocaman bir işaret vardır ve şunlar yazmaktadır: “Dikkat! Bu noktadan sonra ilkel ve cahil inançlar hüküm sürmektedir!”


Brady, bu kapıdan çıktıktan sonra geldiği isimsiz alanın, bildiği yaradılış mitlerinin hiç biri tarafından kapsanmadığını, açıklanmadığını söylüyor ve Astroloji’nin tam da bu alanda durduğunu ekliyor. Bu tespitten sonra da çarpıcı cümlesini söylüyor :”Yeni ilgi alanım Astroloji, lineer (doğrusal) ve nedensel düzeni anlatan bu mitlerin ortaya çıkmasından çok daha önce vardı. Dört bin yıl önce Astroloji insanların zihninde doğarken, konuşulan yaradılış mitleri çok ama çok farklıydı. Modern batı kültürü, düşünce tarihi müzemizde duran bu mitlerin tozlu, ilkel ve cahilce olduğunu düşünüyor fakat bu doğru değil. Onlar kayıp dünyaya açılan pencereler aslında.”


Tabi, astrolojinin yaklaşık 2000 yıldır her iki bahçede eğreti çadırlar kurmaya çalışması da Brady’ye göre nafile bir çaba aslında. Çünkü kendi topraklarında, doğup büyüdüğü topraklarda değil artık. Aslında sadece astroloji değil eğreti duran;  tuhaf rastlantılar, garip olaylar ve bu yeni mitlerin, düzenlerin tanımadığı, görmek istemediği birçok durum ve nesne için de aynı şey söz konusu. Bunlar günah ya da saçma diye linç edilmediği zamanlarda, en iyi ihtimalle sessizlikle karşılanıyor.


Brady, giriş yaptıktan sonra, bugün “ilkel” diye tanımladığımız yaradılış mitlerini incelemeye başlıyor. Kitapta Avustralya yerlileri Aborjinlerin, Çinlilerin, eski Mısırlıların, Babillilerin ve antik Yunanlıların mitlerinden alınan pasajlar var.


Bu “ilkel” mitler bize düzenin hiçlikten (yaratıcı Kaos’tan) doğduğunu ve ilk doğan ilahi varlıkların diğer varlıkların doğmasına (yaratılmasına) yardımcı olduğunu, bir başka deyişle “hiçlik” içinden diğerlerini çekip çıkardığını anlatıyor. Mitlerdeki ortak tema, düzeni ve içindeki tüm varlıkları doğuran ve bu doğurganlığı nedeniyle dev bir rahme benzeyen hiçliğin (kaosun) hep var olduğu ve hepimizin hiçliğin çocukları olduğumuz gerçeği.  Ne var ki, nabız gibi atan, doğurarak genişleyen bu varoluş, tekrar toplanarak hiçliğe dönmek zorunda ve bizlerin, yani hiçliğin çocuklarının geri dönmeye pek de niyeti yok.  


Hiçlikten doğan düzenin bir dizi önemli niteliği var: Bu düzenin içindeki canlı ya da canlı olmayan tüm unsurlar kapsamlı bir ağ içinde yer alıyor ve birbiriyle bağlantılılar. Bu düzende, insanın bir önceliği yok. O da diğer yaratılmışlar içinde bir varlık ve diğer varlıklarla olan ilişkisi, kendinin de içinde bulunduğu bütünü etkiliyor. (Bildiğimiz düzenlerle, hiçlikten doğan düzenin farklılığını, aşağıdaki tabloda görebilirsiniz. Bu tablo Brady’nin kitabından alınmıştır.)




Bu düzen içinde, tüm bilinen dünya birbiri ile ilişki içinde ve her an sürekli yaratılmakta olan bir düzen var. Dolayısıyla, şu anda oluşmakta olan düzenin neler getirebileceğini kestirebilmek için de, ilk işaretlerin gözlenmesi ve değerlendirilmesi büyük önem taşıyor. Öyle ki, bulutların şekli, ya da kuş sürülerinin nasıl uçtuğu, rüyalar ya da yıldızlı göklerdeki planetlerin hareketleri bu yeni oluşuma işaret edebilir. “Bu oluşuma duyarlı palet bir kez bulunduktan sonra, artık üzerinde çalışılabilir, kaydedilebilir, karşılaştırılabilir ve en önemlisi hiçliğin nasıl bir düzen kurmaya niyetli olduğundan haber almak için kullanılabilirdi” diyor Brady.  “Çok alametler belirdi” sözü kimden kaldı bilmiyorum fakat belirlenen bu paletler için bilgi toplama sürecinin, dolayısıyla ilk astronomi gözlemlerinin bu şekilde başladığı görülüyor.


Bu durumda yapılabilecek iki şey var: İlki, paleti sürekli kontrol ederek, süreci, bir başka deyişle şu an oluşmakta olan geleceği anlamaya çalışmak, ikincisi ise, mümkünse süreci etkileyerek yönlendirmek.  Astroloji’nin ilk sürece, yani izleme ve tahmin etme sürecine ilişkin bir çalışma olduğu aşikar. Peki, oluşum sürecini kontrol etmek ve yönlendirmek için ne gerekiyor olabilir?


 “Ayinler…” diyor Brady ve şöyle devam ediyor: “Eski mısır dininde, ayinlere büyük önem verilirdi. Ayinler sürekli düzen oluşturan hiçliğe müdahale etmek için kullanılan araçlardı. Bu hayati ilişki tapınaklarda kurulurdu ve buraya halk yığınlarının gelmesi de istenmezdi. Cemaatle ilişki, tapınak rahiplerinin hayatını idame ettirebilmesi için gerekli malzemeleri temin etmesi esasına dayanırdı ve rahibin esas görevi, tanrılara hizmet etmekti, halka değil. Tanrıların fiziksel görüntüsü, düzeni ve hiçlikten doğan modelleri anlatan sembollerdi. Rahiplerin günlük ve yıllık ayinlerle yaptığı, sürekli olarak bu oluşum sürecine müdahale etmekti ve bu gün modern dünyanın stabilitesini sağlamak açısından borsada yapılan ticari ayinlerden pek de farkı yoktu.”


Yazımızı zen hikayemizle bitirelim: Bir Japon savaşçı, düşmanları tarafından yakalanır ve hapse atılır. Çılgın gibi devinen beyni onu uyutmaz. Yarın nasıl sorgulanacağını, işkence göreceğini ve öldürüleceğini düşünmektedir. Sonra aklına zen hocasının söyledikleri gelir: “Yarın gerçek değildir, bir hayaldir. Tek gerçeklik şimdi’dir.” Sonra da yatıp uyur.





Yorumlar

  1. Çok güzel ifade ederek anlatmışsınız. Bu kitabı ben de okunacaklar listeme dahil ettim :) Başka paylaşacaklarınız olursa da sevinirim kendi adıma..

    YanıtlaSil

Yorum Gönder

Bu blogdaki popüler yayınlar

Henry Bergson ve değişim felsefesi

Schopenhaurer karakteri, kaderi ve hayatın anlamını anlatıyor.