4 - Ya sev ya terk et
Bu kısımda, birçok konunun yanı sıra, dünya üzerindeki çeşitli
toplulukların (milletlerin) nasıl olup da birbirine bu kadar yakın mitler
oluşturduklarını da konuşuyorlar. Fakat bence söyleşinin en etkileyici yanı,
insanın her şeyin bir ve tek olduğu başlangıç halinden, (ki bunu cennet
metaforu ile eşleştirebiliriz), zıtlıklar ile var olabilen Dünya’ya düşüşü.
Öyle ki, başlangıçta insan tanrıdan bile ayrı değil. Ortadoğu dinlerinin ortak
kökeni açısından insan, ne erkek (adem) – kadın (Havva) zıtlığının, ne de başka
bir zıtlığın bilincinde değil. Orada
zaman yok ve ölüm de yok tabi ki.
Derken meşhur elma’yı yeme hadisesi gerçekleşiyor. Gerçi Campbell,
“elmayı yeme!” demekle,
tanrının, insanın elmayı yemeden
duramayacağını bildiğini de söylüyor. Sonuçta, insan cennetten kovulmuştur ve
artık zamanın hüküm sürdüğü, zıtlıklar dünyasında var olmak zorundadır.
Bildiğiniz gibi bu hikayede, Havva’yı “elmayı yeme ve Adem’e de yedirme” konusunda ikna eden yılan.
Campbell bakın yılan hakkında ne diyor: “Bazen
Yılan kendi kendi kuyruğunu yiyen bir çember olarak tasvir edilir. Bu hayat
imgesidir. Hayat yeniden doğmak için birbiri ardına nesilleri değiştirir… .. Bununla
birlikte, yılan yaşamın birincil fonksiyonunu da temsil eder, yani yemeyi.
Yaşam başka canlıları yemeyi temel alır. Güzel görünen bir yemek yaparken bunu
düşünmezsiniz. Ama yaptığınız şey, kısa süre önce canlı olan bir şeyi yemektir.
Yaşam kendini, öldürerek ve yiyerek devam eder, Ay gibi ölüm gömleğini çıkarır
ve yeniden doğar.”
Hayatın bu şekilde tarif edilmesi, doğrusu benim çok hoşuma
gidiyor. Bizler, sürekli bir yeme- yenilme döngüsü içine hapsedilmiş ruhlarız neticede.
Beslenme zincirinin en üstünde olduğumuzu sanıyoruz, fakat bunu söylerken
zamanı unutuyoruz. En azından, birbirimizi yemeyi bir yana bırakırsak, geçen
her saniyenin bizi yemekte olduğunu anlayabiliriz.
Campbell, şöyle devam ediyor: “Hayat,
özünde ve karakterinde, korkunç bir esrardır – tüm bu öldürerek ve yiyerek
yaşamak olayı. Ancak tüm acılarıyla hayata hayır demek, bunun olmaması
gerektiğini söylemek çocukça bir tavır.
İnsanlar
bana – Dünya hakkında iyimser misiniz?- diye soruyor. Ben de, evet dünya olduğu
gibi güzel. Dünyayı siz düzeltemezsiniz. Kimse dünyayı daha iyi bir yer yapmayı
başaramaz. Asla daha iyi bir yer olmayacak. Dünya böyle, o yüzden ya kabul edin
ya da terk edin. Onu ne düzeltebilirsiniz ne iyileştirebilirsiniz diyorum.”
Moyers, soruyor: “Bu kötülük
karşısında biraz pasif bir tavra götürmüyor mu?”
Campbell : “Siz de kötülüğe
dahil oluyorsunuz, olmuyorsanız yaşamıyorsunuz demektir. Yaptığınız her şey bir
başkası için kötü. Bu tüm yaratılışın ironilerinden biri… .. –Tüm hayat keder doludur- ilk Budist
deyiştir ve gerçekten de öyledir. Eğer geçicilik olmasa hayat olmazdı ki,
geçicilik kederdir. Kayıp, kayıp, kayıp…
Hayata evet demeniz ve onu bu şekilde fevkalade bulmanız gerek; çünkü
kesinlikle Tanrı’nın niyeti böyleymiş. “
Bu zaman ve uzam ekseni üzerine kurulu “sahne” de, kalıcı olanın geçicilik olduğunu vurguladıktan sonra
Campbell şöyle devam ediyor:
“Heraklitos, -Tanrı için her
şey iyi, doğru ve adildir.- demiş ama insana göre bazı şeyler doğrudur,
bazıları ise değildir. İnsansanız zaman ve kararlar diyarındasınız demektir.
Hayattaki problemlerden biri de her iki açının da farkında olarak yaşamak.
–Merkezi biliyorum ve iyiyle kötünün yalnızca geçici sapmalar olduğunu,
Tanrı’nın gözünde bunların arasında fark olmadığını biliyorum- diyebilmek.
İsa der ki
–Yargılama ki yargılanmıyasın.- Yani iyi ve kötü kavramları açısından
düşünmeden önce kendini Cennet’deki konumunda düşün. Ama hayatın en büyük
sınavlarından biri, sizin zihninizde en menfur olarak değerlendirdiğiniz o
kişiye, o eyleme ya da o duruma –evet- diyebilmektir.”
Moyers : “En menfur mu?”
“Böyle tanımlanan bir şeyin
iki, yönü vardır. Biri, eylem diyarındaki muhakemeniz, ötekiyse metafiziksel
bir gözlemci olarak muhakemenizdir. Hiç zehirli yılan olmaması gerektiğini
söylemezsiniz – hayat böyledir. Ama eylem diyarında birini ısırmak üzere olan
zehirli bir yılan görürseniz onu öldürürsünüz. Bu yılana hayır demek değildir,
duruma hayır demektir. “
Burada bir nefes alıp durmak gerektiğini düşünüyorum. Bu sözler,
bilgiyi arayan insanlara aşina sözler olsa da, iyi ile kötü arasında, tanrı
açısından fark olmadığını bilmek ve yargılamadan bakmak o kadar kolay değil
bizim için. Ben yıllardır, birçok insanın doğum haritasını inceleyerek bunun
böyle olması gerektiğini sezer ve düşünürdüm. Bu satırları okuyunca kendi
açımdan her şeyin daha bir yerine oturduğunu söylemeliyim.
Daha sonra Campbell Hindistan’da bir öğretmeni görmeye gittiğini
anlatıyor. “Ona, evrendeki her şey
tanrının bir tezahürü olduğuna göre, dünyadaki hangi bir şeye hayır dememiz
nasıl mümkün olur? Gaddarlığa, aptallığa, kabalığa, düşüncesizliğe nasıl hayır
demeliyiz?“ diye sorar. Cevap şu şekildedir : “Senin ve benim için bunun yolu evet demek.” Sonrasındaki uzun sohbet
sonunda, Campbell şunları söylüyor: “Bu (sohbet) bende kim oluyoruz da
yargılıyoruz duygusunu teyit etmiş oldu. “
Tüm bunları size şunun için anlattım: Ben Astrolojinin insanın doğasını çok iyi
tarif ettiğini biliyorum. Hiçbir şeyin rastlantı olmadığına inandığımı da ilk yazımda
belirtmiştim. Dolayısıyla, hepimizin
belirli bir doğa ile doğmak için kosmos’da uygun anı beklediğine de inanıyorum.
Bu da aynı zamanda insanın kendine çizdiği rol üzerinden kaderini de tanımladığını
gösteriyor. Fakat kaderini gerçekleştirmek ayrı konudur ve önümüzdeki
haftalarda bunun üzerinde çok konuşacağız.
Reenkarnasyon
Kitabın 2. bölümünün bir yerinde Bill Moyers, Campbell’e “Metafor nedir?” diye soruyor. Campbell’in cevabı şöyle:
“Metafor, başka bir şeyi ima
eden, akla getiren bir imgedir. Örneğin birine –senin tahtaların eksik- dediğim
zaman, bu kişinin kelimenin gerçek anlamıyla tahtalarının eksik olduğunu öne
sürmüyorum. Tahta, bir metafor. Metaforun gönderme yaptığı şeyin kendi kendisi olduğunu
zannederseniz bu, restorana gidip menüyü isteyip, menüde biftek yazdığı için
menüyü yemeye benzer.”
Bu metafor açıklamasını şunun için alıntıladım: Sonrasında Moyers,
“Reenkarnasyon da bir metafor mu?”
diye sorar. Campbell’in cevabı şöyle : “Kesinlikle.
İnsanlar reenkarnasyona inanıyor musunuz diye sorduklarında tek söylediğim
-reenkarnasyon da cennet gibi bir metafor- oluyor.
Hıristiyanlıkta,
reenkarnasyona tekabül eden metafor araf’tır. İnsan bu dünyanın varlıklarına
bir düşkünlükle ölürse, bir arınmadan geçmesi, kısıtlamalarından arınması
gerekir. Bu kısıtlamalar günahlardır. Günah yalnızca bilincinizi kısıtlayan ve
onu yersiz bir durumda bırakan şeydir.Doğu metaforunda, bu durumda öldüğünüz
takdirde, bu düşkünlüklerden kurtulana kadar sürekli olarak arınmak ve arınmak
üzere geri gelirsiniz. Reenkarnasyon geçiren monad Doğu mitinin temel
kahramanıdır. Hayatlar boyu birbiri ardına çeşitli kişiliklere bürünür. ..Sonra
zaman diyarına bu düşkünlükten kendini arıtmak için hangi deneyimler gerekiyorsa,
kadın ya da erkek, bir başka bedene girer.”
Bu noktada Moyers soruyor : “Peki
, reenkarnasyon düşüncesi neyi öne
sürüyor?”
“Düşündüğünüzden fazlası
olduğunuzu öne sürüyor. Varlığınızın boyutları var, kendinizle ilgili
konseptinize dahil olmayan bir farkına varma ve bilinç olasılığınız var.
Hayatınız sizin burada algıladığınızdan çok daha derin ve kapsamlı.
Yaşadıklarınız, gerçekte içinizde olanın, size hayat, genişlik ve derinlik
verenin yalnızca ufak bir ipucu. Ama bu derinliğe göre yaşayabilirsiniz. Bunu
yaşayabilirseniz, birden tüm dinlerin bundan söz ettiğini anlarsınız.”
Madem reenkarnasyon konuşuyoruz, Bhagavadgita’dan (*2) bahsetmemek
olmaz. Bhagavadgita, İÖ 300-100 arasında
yazıldığı düşünülen Hint edebiyatının önemli klasiklerinden biridir. 700
beyitten oluşur ve tanrı, ruh ve yeniden doğuşu inanılmaz bir güzellikle
anlatır. Sadece Hintlilerin değil, tüm dünya aydınlarının ciddiye aldığı, saygı
duyduğu çok önemli bir kitaptır.
Bu kitap, kahramanımız Arcuna’nın (Asil sınıftan bir savaşçı
olarak tanışırız onunla), birazdan akrabaları ile girişeceği savaş öncesinde,
büyük bir yılgınlık ve üzüntüyle çökmüş olarak, savaş arabasını kullanan
Krishna’ya savaşın anlamsızlığı üzerinde dert yanması ile başlar. Fakat birkaç
pasaj ilerledikten sonra anlarız ki, arabacı Krishna, tanrı’nın (Veda döneminin
Güneş tanrısı Vishnu’nun) ta kendisidir.
Dilerseniz birkaç satır da bu kitaptan okuyalım:
“Büyük savaşçı Arcuna, kalbinin yükünü böyle boşalttıktan
sonra "ben dövüşmeyeceğim Krishna" dedi ve sustu.
Krishna
gülümsedi ve Arcuna'ya seslendi. Orada, iki ordunun ortasında Tanrı'nın sesi
şunları söyledi:
Kederlenmeyecek
kişiler için kederlenme! Acaba sözlerin aklın sözleri midir? Akıllı kişi ne
yaşayanlar için ne de ölüler için kederlenir.
Aslında
benim olmadığım, senin ve bu kralların olmadığı bir zaman hiç olmadı; bundan
sonra da hepimiz bütün zamanlarda olacağız.
Ölümlü
bedenimizin ruhu nasıl çocukluk, gençlik yaşlılık çağında dolanırsa, ruh da
yeni bir beden alır bu konuda bilge kişi kuşku duymaz.
Ey
Kaunteya, duyular dünyasından sıcaklık ve soğukluk, zevk ve acı gibi şeyler
gelir. Bunlar gelip geçicidir bunlara değer verme Arcuna!
Ey
büyük insan, bilge kişi için zevk de acı da birdir; ikisi de onu etkileyemez: O
kişi ölümsüzlüğe lâyıktır.
Gerçek
olmayanın varlığı yoktur ama gerçek hep vardır; bu ikisinin gerçeği, görebilen
kişilerce kavranmıştır.
Şunu
bil ki herkesin içinde bulunan öz ölümsüzdür; hiç kimse ona bir son veremez.
Ölümlü
olduğu söylenen bu bedenler, aslında dayanıklı, yok olmaz ve ölümsüzdür, o
nedenle savaş ey Bhârata!
Bu
öldüren dese, şu da ölen diye düşünse, ikisi de doğru düşünmez; çünkü o ne
öldürür ne de öldürülür.
O
doğmamıştır, ölmez; bir şeyden olmamıştır ve hiçbir şeye dönüşmez. O
doğmamıştır, daimidir, ölümsüzdür, ilktir; O, beden ölse bile öldürülemez.”
Bu arada, ben de bir geçmiş
hayat analizine gittim ve kuzey denizlerinde geçen mütevazi bir balıkçı hayatım
hakkında bazı bilgilerim var. Diğer insanların da deneyimlerini, hikayelerini
dinledim. Fakat bu konuda kesin bir yargıya varmak oldukça güç. Çünkü Jung’un
kolektif bilinçaltı ve paylaşılan arketipleri de bu deneyimleri açıklamakta kullanılabilir.
Zaten sonunda geldiğiniz nokta, inanırsınız
ya da inanmazsınız noktasıdır ki,
yapılan araştırmalar Astrolog’ların %80’inin reenkarnasyona inandığına
işaret ediyor.
Bu haftayı yine Campbel’in söyleşisinden alınma çok hoş bir hikaye
ile bitirelim:
“Hindistan’dan küçük bir
mit, ettiği dans evren olan yüce
tanrı Şiva’nın hikayesini anlatıyor. Şiva’nın yanında eş olarak dağ kralının
kızı tanrıça Parvati vardı. Bir canavar Şiva’ya gelip dedi ki –Karının metresim
olmasını istiyorum.- Şiva öfkelendi, sadece üçüncü gözünü açtı ve dünyaya
yıldırımlar düştü, ateş ile duman çıktı ve duman yok olduğu zaman dört yana
uçuşan yeleleri aslan yelesine benzeyen sıska bir başka canavar vardı. İlk
canavar sıska canavarın kendisini yemek üzere olduğunu gördü. Şimdi böyle bir
durumda olsanız, siz ne yapardınız? Geleneksel olarak verilen tavsiyeyi
dinlerseniz, size kendinizi tanrının önüne atıp merhamet dilemenizi söyler. Bu
yüzden canavar –Kendimi senin merhametine bırakıyorum- dedi. Bu tanrısal oyunun
da kuralları vardır. Biri sizden merhamet dilediği zaman merhametli olursunuz.
Böylece
Şiva, –Merhamet ediyorum, küçük canavar
onu yeme- dedi.
-Peki- dedi sıska canavar, -Ben ne yapacağım?
Karnım aç. Beni bunu yiyeyim diye bu kadar aç bir hale getirdin.-
-Hımm,-
dedi Şiva. –Kendi kendini ye.-
Böylece
sıska canavar ayaklarından başlayarak yukarı doğru kendini yemeye başladı.
Sonunda sıska canavarın yüzünden başka bir şeyi kalmamıştı. Şiva bu yüze baktı
ve dedi ki –Hayatı bundan daha iyi anlatan bir şey görmemiştim. Sana Kirtimukha
adını veriyorum. İhtişamın yüzü. Bu maskeyi, bu ihtişamın yüzünü hem Buda hem
de Şiva tapınaklarının girişinde görürsünüz. Şiva yüze dedi ki – Sana selam
vermeyen kişi, benim karşıma gelmeye değer biri değildir.- Hayatın bu
mucizesine, sizin kurallarınızı takip etmesi koşuluyla değil, olduğu şekliyle
evet demeniz gerekli. Aksi takdirde metafizik boyuta asla geçemezsiniz.”
Kaynakça
(*1) : Mitolojinin Gücü,
Joseph Campbell – Bill Moyers, çeviri : Zeynep Yaman MediaCat yayınları, 2.
Baskı
(*2) : Bhagavadgita
Hinduların Kutsal Kitabı, Dost Yayınları, çeviri : Korhan Kaya
(*3) : Astroloji, Karma
ve Dönüşüm, Stephen Arroyo, çeviri : Gül Çehreli, İlhan yayınları
Kathmandu/Nepal Hindu tapınağı
girişinde bekleyen Kirtimukha
Yorumlar
Yorum Gönder