Olmayan zaman ve anlamayan Astroloji


Bildiğiniz gibi Astroloji'yi seviyorum ve uzun zamandır onunla uğraşıyorum. Bence iki ana kısmı vardır Astroloji'nin; Öncelikle sizin doğanızı anlatır, yani kim olduğunuzu. Bu kısma natal astroloji diyoruz. Sonrasında ise gelecekten haber verir. Tabi, doğru zamanı belirlemek, insanların uyumunu anlamak vb.. gibi bir çok uygulaması da var. Fakat bunlar iki ana dalın parçaları.

Gelin görün ki, herkesin derdi de tam tersi; Yani, herkes kendi karakterini bildiğinden emin ve önemli olanın geleceği bilmek olduğunu düşünüyor. (Oysa göz kendini görmez). Gelecek dediğimizde ise, zamandan bahsediyoruz demektir. Zaman üzerine düşünmeye başladığınızda ise zorlu bir alana adım atarsınız.
Nasıl sorunlar olabileceğini anlatabilmek için, baştan başlamak gerekiyor. 

Öncelikle, zaman algımızın gerçeklikten uzak olduğunu söyleyerek başlamamız uygun olur sanırım. Modern fiziğin son bulguları, kesintisiz akan bir zamanın olmadığını, geçmiş, şimdi ve geleceğin şimdi ve burada olduğunu, beynimizin bu birlikten dilimler seçerek bize gösterdiğini ve zamanın geri dönüşü olmayan bir ırmak şeklinde aktığı algısını yaratarak (aslında) bizi kandırdığını anlatmakta.

Üstelik bu eğlencenin ilk kısmı. Geleceğin ya da geçmişin değiştirilebilirliğine ilişkin de birçok tartışma mevcut. İşte bu kısım, ortalığı karıştırıyor. Bu aynı zamanda uzun zamandır bilimin ve kartezyen mantığın temel taşı olan neden-sonuç ilişkisinin kesinliğini de tehdit ediyor. Hepimiz biliriz ki, bir sonucun oluşmasını sağlayan nedenler vardır. Onlar olmasaydı, ya da farklı olsaydı, farklı sonuçlarla karşılaşacaktık. Örneğin, 12 Eylül 1980 darbesi olmasaydı, farklı bir Türkiye'de yaşıyor olacaktık. Ya da ben myeloma (kanser) ile papaz olup 44 yaşında hayatın dışına atılmasaydım, bunlarla uğraşıyor olmayacaktım ve kimsenin okumadığı bu sıkıcı yazılarla karşılaşma olasılığınız oldukça azalacaktı. (Muhtemelen olasılık sıfır değerini alacaktı.)

Tüm düşünce sistemimizin, bilimin üzerinde yükseldiği bu mantık silsilesi (neden sonuç ilişkisi) aslında zamanın tek yönlü akışı ile eş anlamlı değil, yani onu gerektirmiyor. Fakat sıklıkla bu iki kavramı birbirine bağlıyor, olayları böyle değerlendiriyoruz. "O öbürüne onları yapmasaydı, o da evden kaçmazdı" diyoruz örneğin. Bu cümlede bazı olaylar olduğunu ve zamanın akışı içinde, bu olayların bazı sonuçlara (evden kaçmaya) neden olduğunu anlatıyoruz.  Oysa şunu da diyebilirdik: "O kötü davranmayı seçerse, diğerinin evden kaçma olasılığı artar". Burada zamana bağlı bir eylem var mı? Yok. Bu bir mantık cümlesi ve tüm zamanlar için geçerli.

Peki, tersini düşünelim: "O sonunda evden kaçtığı için, öbürü önceden onları yaptı" diye bir cümle kurabilir miyiz?   Yani sonuç - neden ilişkisi kurabilir miyiz? Bu cümleyi kurmamızı engelleyen bir şey yok fakat çoğumuza çok saçma geliyor. Oysa birazdan açıklayacağım gibi, modern fiziğin zaman analizi, işi tam da buraya sürüklüyor gibi.

Popular Science'in 2016 Ağustos sayısındaki "zaman" konulu makalede farklı bilim adamlarının görüşleri toplanmış. Genel eğilim, geçmiş, şimdi ve geleceğin burada, aynı anda var olduğu şeklinde. Beynimiz aynı bir filmin karelerini gösterir gibi, bir seferde sadece birini ele alıyor arka arkaya diziyor. Bunu hızlı bir şekilde yaptığında, biz aynı bir filmde olduğu gibi bir akış olduğunu düşünüyoruz. Oysa bakmasını bilebilsek, filmin tamamı orada durmakta.

İşin ilginç yanı, 2007 yılında, yani hastalığımın doruğunda, kendi bilinçaltım bir rüyada geçmiş, şimdi ve geleceğin bir arada oturduğunu bana güzelce anlatmıştı. Ne var ki gerçek anlamını kavramam için 9 yıl geçmesi gerekti. Bu düşünce yöntemini sürdürecek olursak, rüyayı gördüğüm gece ile gerçeğin kafama dank etmesi arasında birkaç kare var. Ama bu kareler hep oradaydı zaten. Sadece beynim ikinci kareyi bana şimdi (9 yıl sonra) göstermekte.

Dergideki yazıda özetlenen bir diğer ilginç düşünce de, geleceğin geçmişi düzenlemesini anlatıyor. Aslında var olan tüm olasılıkların bir arada olması. Fakat anlatılan teorilerden birinde "Bir gelecek (sonuç) kendini güçlendirmek için, geçmişteki diğer olasılıkları ortadan kaldırıyor olabilir" deniyor.
Bizim reislerimizden biri olan Einstein da geçmişin değiştirilebilir olduğuna inanmıyor. 

Şöyle diyor:

"Geçmişe gidip, neyi değiştirirsek değiştirelim, bunlar zaten o şekilde yaşanmıştı. Çoktan gerçekleşmiş olanı yerine getirmekten başka bir şey yapabileceğimizi düşünmüyorum. Muhtemelen, kayıtlarda olmayan bir durumu yaratmaya çalışsam bile başarısız olurdum."

Huh… Durum bu kadar ümitsiz mi gerçekten? O zaman bir önceki yazıda anlattığım "Packman" özgürlüğüne bile sahip değiliz. Ki Packman, en azından kavşaklarda sağa ya da sola dönmeyi kendi seçebiliyordu.

Şimdi şu geleceği değiştirebilme mevzusuna geri dönelim: Gerçekten, ben halen ortalıkta salınan (nasıl olmuşsa sağ kalmış) olasılıklara müdahale ederek, geleceği değiştirebilir miyim acaba? (Evet, isyan!)

Aslında ben de uzun süredir bunun üzerine düşünüyordum. Her konu da reis'e uymak zorunda değilim ya. (Einstein'ı kasdediyorum, zaten kuantum işinde çuvallamasının ardından düş kırıklığına uğramıştım. Tanrı zar atıyormuş). İlk aklıma gelen şu: "O olasılığı ona bakarak (hakkında düşünerek) var etmem gerekiyor öncelikle. Biliyorsunuz, kuantum fiziğinde, bu şart. Sonra da o olasılığı güçlendirmem gerekiyor. Bu, reis'in deyişi ile, kayıtlarda olmayan durumu yaratma çabasından başka bir şey değil. Ve bu çaba da, sonuca giden yolun bir parçası olmaktan öteye gidemez.

Bir diğer güçlü olasılık, farklı sonuçların (geleceklerin) de var olması, yani paralel evrenler. Fakat şimdilik bizi aşan bu konuya girmeyelim ve kendi tek evrenimizde, geleceği değiştirme gücümüzün olup olmadığı konusuna devam edelim.

"İyi düşün, iyi olsun" modasını biliyorsunuz. Yarım akıllıların mottosu haline gelmiş bu lafta bir miktar gerçek payı olduğun düşünmeye başladım. (Gerçekten!) Olmasını istediğiniz sonuçları sürekli düşünerek, (düşünmek de yetmez, buna yürekten inanarak) ve eyleme geçerek, "aslında belli olan" geleceğin geçmişteki olasılıkları öldürmesini engelleyebilirsiniz belki. Fakat bunun sadece ve sadece bireysel seviyede ve kısıtlı ölçüde mümkün olabileceğini düşünüyorum.

Biraz düşünelim şimdi: Bazı akıl hastaları biliriz; Kendilerine ait bir gerçeklik içinde yaşar, dış dünyanın gerçekliğinden koparlar. Dünyadaki ulusların çoğu bu adamları akıl hastanelerine koyar ve tedavi etmeye çalışırken, biz önemli mevkilere getirir, memleketi mahvetmelerine izin veririz. Demek ki, bu adamların bir hayale ölesiye inanmaları ve bu yolda eyleme geçmeleri (çoğu kez) onu gerçek kılmıyor. Her ne kadar, kendi dünyalarında başarısız olduklarını da düşünmüyor olsalar da. En azında önemli sayıda "diğerleri" aynı dünya vizyonunu paylaşmıyor.

Şimdilik bunları not edelim ve devam edelim.

Geçmiş, gelecek ve şimdi, şu anda burada ise ve biz de etrafımızdaki her şeyin değişimini aslında olmayan, beyin tarafından uydurulan zamana bağlıyor isek, tam da Giacometti'nin bir önceki yazıda belirttiği duruma düşmez miyiz? Ne diyordu Giacometti?

“Size tam karşıdan bakarsam profilinizi unuturum. Profilinize bakacak olursam, yüzünüzü unuturum. Her şey süreksizlik kazanıyor. Olgu orada, karşımda. Bütünü yakalamayı hiçbir zaman, hiçbir biçimde başaramıyorum. Çok katman var! İnsan varlığı karmaşıklaşıyor. Ve bu aşamada ben, onu yakalayamıyor, kavrayamıyorum. İlk günden bu yana, gizem perdesi giderek kalınlaşıyor.”
O zaman gerçekliği(?)  bize daha iyi anlatan, bilinçli düşünceden ziyade sezgilerimiz (sanat) olmuyor mu? Ah işte… Yine geldik Bergson'a.

Popular Science'da, şizofreni hastalarının da benzer bir dertle uğraştığından bahsediliyor. Zaman algıları önemli ölçüde bozuluyor ve önce-sonra ilişkisini kaybediyorlar. Ne dersiniz, Giacometti şizofren olabilir mi? Sanat onu mazur göstererek bizim şerrimizden koruyor olabilir mi? Ve dahası, şizofrenlerin sağlıklı (?) insanlardan daha gerçek bir zaman algıları olabilir mi?
Peki bu tablo içinde astroloji'nin yeri ne olabilir?

Astrologlar, matematiksel hesaplamalarla konuştuklarını vurgulayarak, kendilerini özenle falcılardan ayırırlar. Yorumlarını planetlerin döngülerine bağlayarak yaparlar. Yani bu durumda, mekanik evren anlayışını, tek yönlü zaman akışını ve neden-sonuç ilişkisinin geçerliğini kabul ederek işe başlarlar. "Ne hazin bir yer seçimi…" diye düşünüyorum. Nitekim "Aynı nedenler neden aynı sonuçlara yol açmıyor?" sorusunun cevabını bir türlü veremediklerinden (ve veremeyeceklerinden), sahte bilim (pseudo-science) damgasını yemekten kurtulamıyorlar. 

Peki, zamanın bir yanılgı olduğunu, geçmiş, şimdi ve geleceğin şimdi ve burada olduğunu varsaydığımızda, astroloji "gerçekten" ne anlatıyor olabilir?

Benim düşüne taşına bulduğum yanıt "olasılıklar". Astroloji aslında size "içi çok da iyi görülemeyen bir olasılık bulutu" gösteriyor. Bu bulut içinden, net, somut sonuçlar derlemek ise, iyi astrologların becerisi olsa gerek.

Peki bu becerinin başarısı neye bağlı olabilir? Bence üç şeye: İlki, geçmişten gelen, birikmiş bilgileri bilmelisiniz, yani Satün - Venüs açı kalıplarının ne anlama geldiği konusunda bir fikriniz olmalı. İkincisi, bu etkinin, karşınızdaki insanın doğası üzerinde nasıl bir etkisi olabileceği konusunda fikriniz olmalı, yani kişi bazında düşünebilmelisiniz. Fakat üçüncü ve son olarak, en önemli faktörü, "sezgi" yi belirtmeliyim. Bu bulut içindeki olasılıklardan hangilerinin güçlü olduğunu sezmek gibi zor bir işten bahsediyorum. Evet, ister istemez, kahve falınıza bakan kadınların sezgilerine benzer bir yetenekten, herkeste olmayan bir özellikten bahsetmek durumunda kalıyorum. Burası flu bir alan ve beyne demeyelim ama bilince ait bir alan değil. Bu nedenle astroloji sürekli mitolojik figürlerle konuşmak durumunda kalıyor. Ben de Jung, Campbell gibi reislerden mitolojinin kollektif bilinçaltı olduğunu öğrendim. Yani aslında, iyi astrolog, olasılıklardan hangisinin güçlü olduğunu sadece açıların gücüne bakarak değil, (bilincin değil) bilinç altının ne söylediğine bakarak da kestirebilen kişi olmalı. Bu nedenle, bilim ile aynı sahada top oynamıyor.

Pisagorcuların okulunun kapısında "Geometri bilmeyen giremez" yazıyormuş. E bu durumda, astroloji okulunun kapısında da "Geometri ve mitoloji bilmeyen giremez" yazmalı. Üstelik bu tehlikeli işle uğraşan herkese "Geleceği, gerçekliği değiştirebileceğimin farkındayım, sorumluluğunu üstleniyorum" kağıdı da imzalatılmalı. kaç kişi imzalar sizce? Ya da bizim kaypak astrolog, "Filmdeki rolüm bu, senaryomu oynuyorum" diyerek yan mı çizer? Ne biçim senaryo ise artık... Yarattığı karakterlerden birini "senaryoyu değiştirebileceğine" ikna ederek dalgasını geçiyor.

Balıklar gibiyiz: Derya içredirler, deryayı bilmezler...

İkinci kısım, Yani geleceği öğrenme kısmı uzun zamandır beni cezbetmiyordu açıkçası. İlki, ikincisini belirler diye düşünmeye başlamıştım. (Hala da öyle düşünüyorum). Özellikle zaman ve beynin zamanı nasıl algıladığı konusunda öğrendiklerim arttıkça, geleceğin şekillendirilebilir (bükülebilir mi demeli?) olduğuna inancım artıyor. Bu yaklaşım da, geleceği kestirmekte Astroloji'nin bir tool (araç) olarak nasıl kullanılması gerektiği konusunda önemli sorun ve soru yaratıyor. Nasıl mı? 

Bu düşünce bağlamında kalır ve gelecek seçeneklerinden birinin, geçmişe müdahale ederek "tüm" diğer olasılıkları ortadan kaldırdığını var sayarsak, yine neden sonuç ilişkisine, önceden belirlenmiş bir hayat sürecine (kader?) varırız. Filmin sonu bellidir aslında, fakat beynimiz onu bize henüz söylememektedir.

Yukarıdaki güzel resmin adı "time". ( By Megson) Zamanı anlatan daha güzel bir resim olabilir mi? Aşağıdaki linkte görebilirsiniz:

http://www.deviantart.com/art/time-260794572















Yukarıdaki güzel resmin adı "time". ( By Megson) Zamanı anlatan daha güzel bir resim olabilir mi? Aşağıdaki linkte görebilirsiniz:

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Henry Bergson ve değişim felsefesi

Schopenhaurer karakteri, kaderi ve hayatın anlamını anlatıyor.

6 - İçimden şu zalim şüpheyi kaldır…